UÇURUMLAR, BABALAR, EVLATLAR...

12 Mart 2016 Cumartesi

Zamanın bizi nasıl yuttuğunu unutur olduk belki de. Unutmak işimize geldi ya da. Bilemiyorum.
Bir kara delik misali bizi içine çekti ve çekmeye devam ediyor. Zamansızca yaşayamıyoruz. Durduramıyoruz zamanı ve zamanın yuttuklarını. Evet, burası imtihan dünyası. Evet, burası acıların ve mutlulukların önsözü. Burası dünya, evet. Burası bu kadar. Fazla birşey beklememek gerek.
Neyse.

Filmde diyordu ki;
"Korkma. Evlatlar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar."
Bunun sahiciliği konusunda tereddütlerim var.
Sahiden böyle olsa ne iyi olurdu. Bunu başarabilmek büyük marifet.
Babalar siyah bir bulutun içine hapsolmuşken, evlatlar o buluttan hala beyaz birşeyler beklerler. Bekleyişler de bitmez, çaresiz sessizlikler de.
Özel adam İsmet demişti ki;
"Keşke şairler kadar cesur olsaydım."
Keşke...

Sevdiklerimizin çaresizliklerine şahitlik ettiğimiz vakit, yelkovan ve akrep bir kaplumbağa misali ilerliyor. 
Siz, uykularınız ve uykusuzluklarınızla şahidisiniz bu çaresiz gündüzlerin, gecelerin, haftaların, ayların, yılların, mevsimlerin... 
Tamamlanmamış cümleler ile nihayet bulacak kimi çaresizlikler. 
Gecikilmiş sevgilerin hesaplaması içinde kaybolacaksınız kimi zaman. Zamanın yetmediğinden yakınacak ve darağacı önünde oturup düşüneceksiniz; suçlu kim?! 
Ve hiçbir film repliği ya da kitap alıntısı yeterli kalamayacak söylenememiş evlat sözleri için. 

Babalar ve evlatlar arasındaki uçurum daima var olacak ve can yakacak. Lakin o uçurumun karşısında baba figürü oldukça, uçurumlar netliğini kaybedecek. 

Uçurumlar, babalar, evlatlar... 
Tutulan veya tutulmayan hatta tutulamayan ellerin hesabı bir gün elbet sorulacak. 

Elbet.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder