ANIMSAMA

19 Ekim 2015 Pazartesi

En son yıllar önce görmüştüm seni.
Seni ve gözlerini.
Bir de tebessümünü. Başağı andıran saçlarını da.
En son yıllar önce.

Seneler girdi araya. Çokça seneler. Anımsanmamaya yetecek kadar seneler girdi.
Kaybolmaya yetecek kadar seneler girdi araya.
Bütün bu gelişim dünyası hakkında atıp tutan tarafım, birden bitaraf oldu sana ulaşınca.
Sahi neden ulaşmıştım?
Allah'ın selamını sana iletmek için mi? Yılların seni yaşlandırıp yaşlandırmadığını merak ettiğim için mi?
Evlenip evlenmediğin için mi? Yoksa sanki ölümsüzmüşsün gibi yaşıyor olma ihtimaline inandığım için mi?
Aslına bakarsan bunun cevabı net değil zihnimde.
Sadece iyi olup olmadığını soracaktım.
Ve sordum.

Birkaç selam kelam girdi bu sefer araya.
İçinde bulunduğum hayata ve bu hayatın vermiş olduğu psikolojiye küfretmek istiyordu kalbim.
Yanlış zamanlama! Çıkınız.
Ve kapıyı çalınız.
Çaldınız.
Siz?
Eski bir tanıdık.
Yanlış zamanlama!

Aman Allah'ım!
O nasıl bir parça. Şu kalbinin ortasındaki küçük, kırık ayna parçası da ne öyle.
Gözlerimi, kalbimi ve ellerimi fazlasıyla net görebiliyorum burada.
Yıllar öncesi neredeydi bu? Çok mu derine saklamıştın bunu? Fazla gömmüş olmalısın, veyahut ben iyi bir arkeolog değildim o zamanlar.
Dünyadaki tüm tarih bilimciler gelse, bu aynanın miladını anlatabilir mi bize?
Miladı umurumda olmaksızın görüyordum ve dokunuyordum bu parçaya.
Üstelik elimi kesmiyordu. Ya da ben akan kanları göremiyordum.
Kim bilir.

Yanlış zamanlama!
Maviyi şimdi sevdirmemeliydin bana. Belki daha sonra. Martı misali İstanbul'da.
Tüm mümkünlerin kıyısında.
Ve sadece o ayna parçasıyla.

Kandırmaca!
Gerçek dünyaya evvelden hoşgeldik.
Beyaz bir atın üzerinde gelmiyor tüm iyi haberler. Ve kefene sarılı gelmiyor tüm acı haberler.
Bazen 'beyaz' geliyor sadece.
Elinde çiçeği, kolunda sen ile.
Korna çalan arabaların önünü kesmiyor ama çocuklar.
Çünkü çocuk yok. Çocuklar yok. Hiçbir çocuk koşmadı o konvoyun arkasından.
Küsmüş olmalılar ayna parçasını kaybettikleri için.
Onları ve maviyi kaybettiğim için.

Beyazın masumiyet simgesi olduğuna bir an olsun inanmak istememiştim.
Başımı kaldırdığımda gördüğüm bu mavi gök, gri bulutlarla takas olmak için pazarlığa yatmalıydı. Öyle birden kaplamamalıydı gri bulutlar gökyüzümü.
Evvelden idi bu bulutlar.
Sadece bir müddet saklanmış olmalılar bir yerlere.
O halde evvelden hoşgelmişler olsun.

Bana da evvelden bu yana 'elde var hüzün'...




Beyza S.

EDEBİYAT DUVARI

10 Ekim 2015 Cumartesi


 ‘Edebiyat duvarı’ derdi bir ismi lazım değil.
Kelimelerine tutulursunuz bazılarının. Kelimelerine tutulur, sözüne aşık olursunuz. Devrik cümleler kurarsınız her şeye rağmen. Dosdoğru olmanız gerektiğini söyleyen tüm insanlara, bu hayatın saçma kurallarına rağmen.
Bazen sizin de ‘’varsın bu  kez de kurallarına göre oynamayayım bu oyunu’’ dedğiniz olmuyor mu?

Küçük bir isyan kıvılcımıdır bu.Hayata bir türlü uyarlayamadığınız, hatta belki saçma basit oyunlara bile sığdıramadığınız bir takım küçük isyan kıvılcımları.
Bizim gibiler nasıl oynar bu oyunu biliyor musunuz? Taşı çalar kimse fark etmeden. Bu çok başarılı bir hamledir. Hayattaki en profesyonel hamle belki de. Kimse görmeden yerine koyacağını sanmamalı bunu okuyanlar.Taşı çalarken birileri görse keşke diyen biri yazıyor bu yazıyı. Bu yüzden kimsenin göremeyişine isyan ederek gürültüyle geri koyar taşı. Aslında burda düşünülecek şey taşı neden çaldığıdır. Yani geri koyacağı su götürmez olan bu kişiliğin, taşı neden çalıyor olduğu sorusur bu. Bir iki seçenek sayılabilir.
Hayattaki en profesyonel hamleden yola çıkılırsa bu başarısını kendine ispatlama ihtiyacı olduğu sonucu çıkarılabilir. Taşı gürültüyle yerine koymasından ise bu başarıyı herkese ispatlama ihtiyacı..
Bunların yanı sıra çaldığını gizlemediği gerçeği de dış dünyaya bir şeylerin ispatıdır.Ancak ‘başarı’dan çok ayrı bir olgunun ispatı söz konusudur. YAPABİLİRDİM ama YAPMADIM. Hatta ve hatta tüm bunların toplamı eşittir: YapabilDİM ama yapmadım.
Yapabiliyor olmak ama yapmamak güçlülük müdür zayıflık mı tartışılır.Fakat nedense bu tarz davranışlarım zayıflığı daha ağır hissettiriyor bana.Güçlü hissettirdiği bir tarafı da yok değil ancak sanki bu zorunlu bir his gibidir. Sanki bunu kendime zorla hissettiriyorum gibidir. Sanki ben bunu aslında hissetmiyormuşum da hissetmem gerekiyormuş gibi bir histir..
Taş çalıp gürültüyle yerine koyma davranışı bir çok isyan içeriyor olabilir. Yani asında tüm bu davranıştan gürültüyle yerine koyma kısmını paranteze almak gerekirse; belki bir yalnız kalmışlık, ilgisizlik hissi çıkarılabilir. Bir ‘neden farkıma varılmıyor’ isyanı bir başka adıyla.

İnsanoğlu ne garip mahluk, psikoloji ne tuhaf şey. Psikoloji her şeyi içerir, insanoğlu psikolojiyi. Bir zaman zihnimin bir köşesinde biriktirdiklerimi bir cümleye dökmüşüm: Psikoloji her şeyi içerir! Eksik kalmış olduğu her halinden belli olan bu cümleyi bugün tamamlayabilişimi bu yazıya borçluyum. Bu yazıyı neye borçlu olduğumun cevabı ise bir çok şeydir.

Şimdi, şu an ne Üsküdar’ın ara sokaklarından birinde bir düğün salonunda olmak isterdim ne de Mardin’de ruhumun birkaç parçasının gömülü olduğu şehri izlemek için çıktığım bir taşın üzerinde.
Zannederim ki bu yarı bilimsel yazıya bir şey daha borçluyum.Hüzünlü bir tavırdır bilimsellik ancak; edebiyat duvarını aşmamın en gerçek yolu..


Merve Ş.