HİÇLİKTEN HİÇLİĞE...

13 Ağustos 2015 Perşembe

O, hayatı boyunca uçurtma görmemişti.
Bir kez bile olsun, herhangi bir uçurtmaya yakından bakmamış veyahut dokunmamıştı.
Uçurtmayı gökyüzüne nasıl salacağını bilmiyordu da. Ona öğretmemişlerdi.
Bir sahil kenarında, kendi çaplarında festival yapan çekirdek ailelere imrenirdi, bunun ne kadar amerikavari olduğunu bilse de...
Uçurtma adına bildiği ve gördüğü tek şey, Avrupalı ailelerin piknik sonrası gülüşmeleriydi.
Ne uçurtmayı gökyüzüne salmıştı, ne de gökyüzüne salınan uçurtma eşliğinde gülüşmüştü.
Zaten o, balonları (uçan balonları) daha çok seviyordu. Lakin balon da alınmamıştı ona, onu da gönlünce gökyüzüne salamamıştı.

Birilerinin ona kısa ve mutlu anları öğretmesi lazım geliyordu.
Bisiklet sürmeyi öğrenmesi gerekirdi, öğrenirken düşmesi gerekirdi. Düştükten sonra ise kalkması, kaldırılması gerekirdi.
Kalbinde hissettiği bir gülümseme olması gerekirdi, zihnine yeni çiçekler ekmesi gerekirdi.

Kırmızı kabanının cebine yerleştirmişti minik ellerini.
Sahil boyu yürüdü.
Yürüdü ve yürüdü.
Kafasının içinde durmadan yeni öğrendiği kelime ışıldıyordu.
"Namütenahi"...
Bunun anlamı sonsuzluktu.
Ve kırmızı kabanlı minik kız bu kelimeyi oldukça sevmişti. Adeta kelimeye sıkı sıkı sarılmak istiyordu.
İstiyordu ama sıkı sıkıya sarılırsa, bir gün kelimenin yok olacağından korkuyordu.

Sonsuz bir hiçliğe hızlı adımlarla ilerliyordu sanki.
Sonsuz bir hiçlik nasıl zordur bilir miydi tüm bu insanlar? Hiçlikte yüzmek nedir bilir miydi?
Tüm bu düşünceleri def etmek için başını gökyüzüne doğru kaldırdı.
Bildiği ve emin olduğu tek şey vardı.

Bildiği ve emin olduğu tek şey; gönlünce bir şeyler yapma isteğiydi.
Tıpkı bir kanser hastasının son zamanlarını gönlünce geçirmesi gibi.
Gökyüzü gibi, deniz gibi, İstanbul gibi...
Gönlünce!



Beyza S.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder