HAYAT

8 Kasım 2016 Salı

Gözler.
Sözler.
Hissedilenler.
Hissettirilenler.
Yaşanılanlar.
Yaşanamayanlar.
Hasretler.
Vuslatlar.
Öfkeler.
Pişmanlıklar.
Şükürler.
Savaşlar.
Barışlar.
Söylenebilenler.
Söylenemeyenler.
Uyumalar.
Uyanmalar.
Çığlıklar.
Sessizlikler.
Yaşamlar.
Ölümler.

Hayat...


KAPANAN BAZI KAPILAR

24 Mayıs 2016 Salı

"Mutsuz olursan çık gel"
...

Mutsuz olduğunuzda çıkıp gideceğiniz kapılar vardır. 
Bu konforu gönlünüze sağlayan sevdiklerinizi bir gün acı ile anımsayacağınızı tasavvur edemezsiniz. İnsan düşünebildikleri ile insan olduğu kadar, düşünemedikleri ile de insandır. 
İnsan ağlayabildiği kadar insandır ama ağlayamadıklarıyla da insandır. Gösterebildiği duygulardan ziyade gösteremedikleri kadar insandır. Belki de tam tersi, emin olamıyorum.

Dünya hep bir emin olamama hali değil midir? 
Öyledir elbette. Bundandır bunca düşünce, bunca duygu, bunca şiir, bunca şarkı, bunca hikaye... 
İnsan kimi zaman sevdiğinden, kimi zaman sevildiğinden, kimi zaman özlendiğinden veya özlediğinden, kimi zaman kendinden bile emin olamıyor.
Hayat üzülmek için de mutlu olmak için de çok kısa. Gergin bir lastik gibi, her an lastiğin ucunu biri bırakacakmış gibi. 
Gibi de gibi.. 

Bundan üç yıl önce dedem televizyon izlerken dizine başımı koydum, haberi olmadan birkaç damla gözyaşı döktüm. Ve bence anladı ama anlamamazlığa verdi. Çünkü yıllar boyu birşeyden anlamayan adam yerine konmaya fazlaca alışmıştı. Alıştırılmıştı. 
Dizine koyulan bir başa alışkın olmadığı o kadar belliydi ki. Ne yapacağını bilemeyen insanın çaresizliği vardı kokusunda. Ne elini omzuma koyabildi ne de kalkıp gidebildi. Öylece ben kalkana kadar bekledi. Belki ben oradan sonsuza kadar kalkmasam, kendi de kalkmayacaktı. Bana bunu hissettirebilmesi bile muazzam değil mi? Benim açımdan fazlasıyla muazzam.. 

Sevgi görmemiş ve göstermemiş olan dedemden öğrendim ben sıkı sıkı sarılmayı, kal demenin önemini, merhamet etmeyi, sevmeyi ve sanırım birçok şeyi daha. 
Yatağında hiç konuşmadan ve hareket etmeden yatan bir hasta ne öğretebilirdi ki insana? Çok şey öğretirmiş işte. 
Hayatı öğretirmiş.
Vicdanı öğretirmiş. 
Merhameti öğretirmiş. 

...

25 Nisan 2016... İnsanın 'dede' diye seslendiğinde 'hııı?' diyecek kimsenin olmaması çok ama çok acıymış. Emin olun hayal bile edemeyeceğiniz kadar üzüyor insanı. 
İnsanın hayatta atasının kalmaması yürek burkuyormuş. Burkulmuş bir yürek ile bakıyormuş insan tüm yaşlılara sonra. Bunu da öğretti dedem giderken.

Soğumuş ellerinden öpüyor, Allah'tan rahmet diliyorum sana dedoli!

...






UÇURUMLAR, BABALAR, EVLATLAR...

12 Mart 2016 Cumartesi

Zamanın bizi nasıl yuttuğunu unutur olduk belki de. Unutmak işimize geldi ya da. Bilemiyorum.
Bir kara delik misali bizi içine çekti ve çekmeye devam ediyor. Zamansızca yaşayamıyoruz. Durduramıyoruz zamanı ve zamanın yuttuklarını. Evet, burası imtihan dünyası. Evet, burası acıların ve mutlulukların önsözü. Burası dünya, evet. Burası bu kadar. Fazla birşey beklememek gerek.
Neyse.

Filmde diyordu ki;
"Korkma. Evlatlar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar."
Bunun sahiciliği konusunda tereddütlerim var.
Sahiden böyle olsa ne iyi olurdu. Bunu başarabilmek büyük marifet.
Babalar siyah bir bulutun içine hapsolmuşken, evlatlar o buluttan hala beyaz birşeyler beklerler. Bekleyişler de bitmez, çaresiz sessizlikler de.
Özel adam İsmet demişti ki;
"Keşke şairler kadar cesur olsaydım."
Keşke...

Sevdiklerimizin çaresizliklerine şahitlik ettiğimiz vakit, yelkovan ve akrep bir kaplumbağa misali ilerliyor. 
Siz, uykularınız ve uykusuzluklarınızla şahidisiniz bu çaresiz gündüzlerin, gecelerin, haftaların, ayların, yılların, mevsimlerin... 
Tamamlanmamış cümleler ile nihayet bulacak kimi çaresizlikler. 
Gecikilmiş sevgilerin hesaplaması içinde kaybolacaksınız kimi zaman. Zamanın yetmediğinden yakınacak ve darağacı önünde oturup düşüneceksiniz; suçlu kim?! 
Ve hiçbir film repliği ya da kitap alıntısı yeterli kalamayacak söylenememiş evlat sözleri için. 

Babalar ve evlatlar arasındaki uçurum daima var olacak ve can yakacak. Lakin o uçurumun karşısında baba figürü oldukça, uçurumlar netliğini kaybedecek. 

Uçurumlar, babalar, evlatlar... 
Tutulan veya tutulmayan hatta tutulamayan ellerin hesabı bir gün elbet sorulacak. 

Elbet.